2001 Krizi sonrasında başta Kemal Derviş devamında ise Ali Babacan gibi isimlerin atmış olduğu olumlu adımlar ile Türkiye ekonomik anlamda büyüme ivmesi göstermeye başladı. Bu dönemde yaşanan küresel kriz de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranlarına katkı sağladı. Kriz döneminde sıcak para rotasını değiştirerek bu ülkelere doğru yöneldi. Türkiye 2015 yılsonu verilerine baktığımız zaman 800 milyar dolarlık bir yurtiçi hasılaya kavuştu.
Fakat küresel kriz koşullarının değişmesi, bölgemizdeki savaş ihtimalleri, ülke içinde yaşanan siyasi gerilimler gibi nedenlerle büyüme son yıllarda yavaşladı. Türkiye orta gelir tuzağına kapılarak kişi başına düşen milli gelirde 10 bin dolar civarında sıkışıp kaldı.
Orta gelirli ailelerin çoğunlukta olduğu ülke vatandaşlarının harcama dağılımlarına baktığımız zaman %24 ile konut ve kira giderlerinin ilk sırada yer aldığını görüyoruz. İkinci sırada %19 ile gıda ve alkolsüz içecekler gelirken üçüncü sırada %17 ile ulaştırma yer alıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları harcamalarını temel ihtiyaçlara odaklarken diğer harcamalar gider kalemleri içerisinde çok küçük oranları kapsıyor. Örneğin Türkiye’de eğlence ve kültürel hizmetler için ayrılan oran %3. Sağlık için ise %2. Ekonomik tablo böyle olunca şirket yöneticileri ve pazarlamacılar için en önemli soru fiyatlandırma stratejileri ve pazarlama faaliyetleri oluyor. Temel ihtiyaçlara yönelmeyen şirketler tüketicilere ürünlerini arz etmekte zorlanıyor. Tabi bu durumdan bazı markalar istisna tutulabilir.
Tam olarak bu noktada Türkiye’nin ekonomik ve sosyolojik yapısına uygun olarak “Düşük Maliyet, Yüksek Fayda” stratejisi ön plana çıkıyor. Aslında bunun halk arasında, esnaf tabiri ile başka bir adı da var; “Sürümden Kazanmak”. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesini Ali Sabancı ile birlikte tanıdık. Hükümetin havayolu taşımacılığını halk geneline yayma stratejisini gören Ali Sabancı çok akılcı bir hareket ile Pegasus Havayollarını satın aldı. Bu satın alma sonrasında havacılıkta maliyetleri minimum oranlara indirerek diğer havayolları firmalarına oranla çok daha düşük fiyatlarda bilet satmaya başladı. Böylelikle geniş kitlelere ulaşabilen Pegasus Havayolları kısa süre içerisinde büyüyerek Türkiye’deki en büyük 2. Havayolu şirketi olma başarısını gösterdi.
Bu stratejiye uygun 2. bir örnek olarak LCW markasını gösterebiliriz. Marka yaşamış olduğu dönüşüm sürecinin sonunda düşük maliyet ve yüksek fayda stratejisi ile daha geniş halk kitlelerine hitap etmeye başladı. Böylelikle hem mağaza hem de ciro sayılarında ön plana çıkarak Türkiye’nin en başarılı markaları arasında yerini aldı.
Son dönemin parlayan yıldızları arasında “MACFİT” markasını da gösterebiliriz. Bugün 25 ile 35 yaş arasındaki kitle çok iyi bilir ki çevremizde spor yapmak için Macfit kulüplerini tercih eden çok fazla kişi mevcut. Aslında bu markanın arkasında da Ali Sabancı’yı görmek bizleri şaşırtmaz. Macfit markasının sahibi Mars Athletic Club şirketinin kuruluşunda %69 hisse sahipliği ile Ali Sabancı ismi ön plana çıkmaktaydı. Daha sonradan hisselerini satmış olsa da Macfit markasının stratejinde Ali Sabancı isminin var oluşu tartışmasızdır. Macfit spor ihtiyacının karşılanması sürecinde tüm maliyetleri minimum seviyede tutarak çok daha geniş kitlelere ulaşmıştır.
Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Birçok sektörde bu stratejiye oynayan markalara rastlamak kolaydır. Orta gelir tuzağına takılmış bir ülkede, giderler ağırlıklı olarak temel ihtiyaçlara harcanıyorken diğer harcama kalemlerinde hizmet vermek kolay değil. Birçok marka düşük maliyet, yüksek fayda stratejisine yönelmeli. Bu strateji üzerinde marka stratejileri inşa edilmeli. Böylelikle markalar hem ülke ekonomisinin büyümesine katkı sağlayabilir hem de daha güçlü — ulusal — markaların oluşturulma sürecine katkıda bulunabilir.